Dünya Kadınlar Günü

8 mart 2008 Dünya Kadınlar Günü'nde, sevgilim son anda gecikeceği için yol üstü çay bahçelerinden birine oturdum. Dırdırını dinlemek üzere sevgilimi beklerken 70 yaşlarında bir amca yanıma geldi:
- "Evlat bana bir çay ısmarlar mısın?" dedi. Ben de "lafı bile olmaz amcacığım buyur" dedim.
Koyu bir sohbete daldık. Hemşehri çıktık zaten. Sohbetin koyu yerinde yoldan geçen bir polis memuruna seslendi:
- "Evladım, gel hele bi. Bu kalabalık neden? Siz niye toplandınız?" dedi. Memur da:
- "Dedeciğim bugün Dünya Kadınlar Günü. Kadınlar toplanmışlar." dedi.
- "Kadınlar niye toplanmışlar ki" dedi amca.
- "Kadınlar hakları için toplanmışlar." dedi memur.
- "Kadın hakkı mı? Kadının hakkını vereceksen indirecen tımanını verecen hakkını" dedi.
Bir taraftan polis memuru bir taraftan ben kendimizi tutamadık. İşte dedelerimizin olaya bakış açısı.
Ben mi? Ben beklenen fırçayı yedim tabi. Çiçek almadığım için öküzmüşüm bir de unutmadan.

2 Mart 2008 Besiktaş Galatasaray Maçı

Fenerbahçelilerin saunada ölçülü izlemesi gereken maç.
Bir Fenerbahçeli olarak saunada maçı izlerken beşiktaş gol attığında "Goool" diye ölçüsüz bir şekilde haykırdım.
Ne bileyim o an odada bulunan heriflerin hepsi Galatasaraylıymış ayol.

Bir Erkeğin Kadın Elbiseleri Giymesi

İsteğe bağlı olarak ya da mecburiyetten kadın elbiseleri giyen erkektir.
İsteğe bağlı giyimi tercihler ile ilgilidir. (bkz: İçindeki kadının açığa çıkması)
Mecburiyet kısmına gelirsek. Meslek icabı erkek sanatçıların kadın elbiseleri giymesi en çok rastlanan örnek olmakla birlikte akla gelmeyecek bir şekilde köy ortamlarında bile bazen erkeklerin kadın elbiseleri giydikleri gözlenebilir.
Bir örnek ile pekiştirelim.
Köy yerinde 150 kiloluk montofon lakaplı bir teyze vardır. Bu teyzenin de +/- 10 kilo fark eden fiziken neredeyse kendisine benzeyen bir de oğlu vardır. Teyze bir gün hastalanır ve ineklerini sağamaz hale gelir. Oğlu inekleri sağmaya gider fakat hayvanlar kadının kokusuna alıştıkları için süt vermezler. Oğlun da aklına parlak bir fikir gelir. Annesinin eteğini ve yeleğini giyer, başına da annesinin başörtüsünü bağlar. İneğe arkadan yaklaşıp sağmaya başlar. İnekler teyzenin kokusunu aldıkları için süt verirler. Sağma işlemi bittikten sonra oğul, sitillerle (kovalarla) ahırdan çıkar. O sırada köylü iki üç kız:
"- Hatça anaaaa, sen hasta değel misin ne işin var dışarıda?" diye seslenirler.
Oğul kızlara döner ve o an film kopar. Tamamen insani ihtiyaçtan doğan bu durumu gel de köyün kızlarına anlat. Oğula kimi istedilerse vermediler zaten. Köy kızları da her gördüklerinde isminin arkasına "bacı" kelimesini eklemeyi unutmadılar. Oğul kızdı İstanbul'a geldi. İşin enteresan kısmı işyeri de karaköy'de elektrikçi. Son duyduğumuz köydeki kızların "Ismayıl Karaköy'e düşmüş" diye dedikodu ettikleri. Demek ki neymiş. Doğru zamanda, doğru yerde, doğru kıyafet ile olmak gerekiyormuş.
(Aile sırlarını deşifre ettiğim için umarım ailemden dışlanmam.)

Emre - Ev Arkadaşım

Hani bazı özel insanlar vardır. Bilirsiniz işte. normal, mantıklı, aklı başında gibi gözükürler ama arada öyle bir salaklıklar yaparlar ki, güleyim mi? ağlayayım mı? sinirleneyim mi? döveyim mi? karar veremezsiniz. İşte eğer ev arkadaşınız, yani birlikte yaşadığınız ve hayatınızın önemli bir bölümünü işgal eden insan eğer bu özelliklere sahipse vay halinize.

Ev arkadaşı hakkında kafamdaki tanımı bitirdikten sonra verebileceğim bir örnek üniversite yıllarında iki yıl ev arkadaşlığı yaptığım emre isimli zat-ı muhteremdir. Gelecek nesillere ibret oluştursun diye olayları uzatmadan kısa bir şekilde anlatacağım.

Anadolunun bağrındaki bir şehirde okuduğum yıllarda beş arkadaş ev tutmuştuk. Ev sahibimiz Kredi Yurtlar Kurumu Müdürü olduğu için, kirayı vermek amacıyla kız yurduna girebilen tek erkek öğrenci olduğumu belirtmeden edemeyeceğim. Bunu niye belirttim bilmiyorum ama sanırım okuyucu gözünde puşt bir tipim olduğu izlenimi vermek istiyor olabilirim. Ama asla öğrenemeyeceğiniz ise içimde kalan uktedir.
Dört ev arkadaşımdan bir tanesinin adı Emre idi. İstanbul doğumlu Diyarbakır'lı bir arkadaşımdı. Çok severdim kendisini. Aynı bölümdeydik fakat benden bir sene önce kayıt olmuştu. "Benden bir sene önce kayıt olmuştu" tanımlamasını yapmamın sebebi neredeyse tüm önemli dersleri alttan alıyor ve benimle birlikte sınavlara giriyor oluşudur. Emre ile çok güzel bir arkadaşlığımız oldu. İstanbul görmüş kültürlü, gözü açık ve akıllı bir arkadaştı.
Yaz tatilinin son günlerinde, benden bir gün önce gideceği ve kendi anahtarını kaybettiği için benden evin anahtarını almıştı. Ben de "Aman abi beni karşıla ya da evde ol, kapıda kalmayayım" stickerını kulağına küpe yapıp göndermiştim. Ertesi gün tarifeli otobüs seferi ile okulun olduğu şehre gittim. Baktım karşılamaya gelen yok. (Unutulmasın ki o yıllarda cep telefonu yoktu) Eve gittim. Kapının üzerinde bir not:
"Arkadaşlar ben Emre. Murat'lara gidiyorum. Anahtar kapının üzerinde."
ve anahtar kapının üstündeydi. İnsan gülmek ile sinirlenmek arasında gidip geliyor. O kağıdı yıllardır saklarım.
Bakınız küfür kullanmadan buraya kadar geldik. Biraz daha sıkarak devam ediyoruz.

Aynı yılın soğuk bir kış gecesi (-25 derece civarında) Emre eve gelmedi. Normalde okuduğumuz şehirde akşam saat 8'den sonra kimseyi sokakta göremezsiniz. Biz de merak ettiğimiz için, bir de o dönem fakültede siyasi kavgalar sıkça yaşandığı için diğer dört ev arkadaşı olarak onu aramaya çıktık. Meydana gittik, polislere sorduk ama bulamayıp eve döndük. Ertesi gün çıkıp geldi. Bu, arkadaşı Murat'lara gitmiş, sohbet koyuymuş, sınavı olduğu ve kitabı yanında olmadığı için gece yarısından sonra geç bir saatte kalkmış. Ara sokaklardan eve gelirken polisle karşılaşmış. Bunun kimlikteki kütüğü gören polisler nezarete atmışlar. Bir şey bulamayınca da sabah çıkartmışlar.
Açıkçası içeri attıklarına sevindim çünkü donmaktan kurtulmuş. (Murat'ların evi şehrin diğer ucundaydı.) Nezarette geçirdiği gece, makas, kağıt, yapıştırıcı kullanmadan sigara paketinden uçak yapmayı öğrenmiş. Bize de öğretti. O gün bu gündür her sigaram bittiğinde yapmazsam duramıyorum. Hatta bu entry için de bir tane yaptım.
Ha bir de bitlenmiş onu da bir kaç gün sonra öğrendik.

Yorum yapmadan ve sonrasında olanları anlatmadan üçüncü hikayeye geçiyorum. İdare Hukuku finalinde benden kopya vermemi istedi. -ki tüm öğrencilik hayatım kopya vererek ev arkadaş/larımı derslerden geçirmekle geçmiştir. (Hatta okul bittiğinde param olmadığı için şehirde kalıp para karşılığı 4 tane tez yazmıştım.) Gözetmen, sınavda verilen ek kağıtların üzerine öğrencilerin numaralarının son iki hanesini yazıyordu. Kendi cevaplarımı bitirdikten sonra bir ek kağıt istedim. Bu ek kağıda cevapların tümünü yazdım. Sınavdan çıkarken çaktırmadan Emre'nin masasına bıraktım. Bu da anlaştığımız gibi benim verdiğim ek kağıdı kendi kağıdının altına koyacak, cevapları temize çekecek ve kendi sınav kağıdını verip benim ek kağıdı buruşturup cebine atacaktı. Bu sınavdan çıktı. Ben de kapıda bekliyorum. "Sağol, kesin geçtik" dedi. Kantine geçtik. Derken Gözetmen geldi. Benim adımı ve onun adını söyledi. Hayret dolu ifadelerle yanına gittik. Kopya çektiğimizi ve tutanak tuttuğunu söyledi. Sebebini sorduk ve cevabı verdi. O anlatırken beynimden aşağı kaynar sular dökülüyordu. Emre, benim verdiğim ek kağıdın üzerindeki numarayı kurşun kalemi ile değiştirmiş ve üzerine soruları da vermeden benim alelacele yazdığım cevapları vermiş. Tabi adamlar önce yazıdan anlamışlar sonra da Emre'nin kurşun kalemle yazdığı numarasını basit bir silgi parçası ile silerek benim numaramı ortaya çıkartmışlar. Ders de Disiplin Kurulu Başkanlığı yapan bir profesörün dersi. Profesör ile görüştük. Yalvardık yakardık ama nafile. Çok kararlıydı. Bizi bırakacağı, hatta 6 ay uzaklaştırma vereceği kesindi. Derken bir arkadaş akıl verdi. Dedi ki:
-"Şimdi gidin ikiniz de saçlarınızı sıfıra vurdurun. Bu gece hiç uyumayın ve yarın yanına altları morarmış gözlerle gidin. Bir de ailenizin maddi durumu ile ilgili çok acıklı bir hikaye uydurun."
Aldığımız aklı harfi harfine uyguladık ve adamın yüreği dayanmayıp bizi sadece dersten bıraktı. Sonraki gün ben evden ayrıldım zaten. Uzunca bir süre görüşmedik.

Bugün Emre benim ziyaretime geldi. Konuştuk, bu entry konusu olayları yad ettik. Kendisi Mali Müşavir olmuş ama sıkılmış. Daha sonra Murat ile birlikte sermayeyi ortaya koyup ithalat-ihracat işine girmişler. Ne bulurlarsa yurt dışına satıyorlarmış. Keçi kılı, köpek kılı, döner bıçağı, canlı kurbağa v.s.

Aslında bir olay daha var yazmak istediğim fakat daha önce başka bir entryde bahsettiğim için burada sadece bkz vereceğim. Emre ile yaşadığımız (bkz: Bank) hadisesini okumaktan da geri kalmayın. İlgili entry'de geçen "bir arkadaşımız" ifadesi kendisini ifade etmektedir.

Otostop

Üniversite yıllarında genelde iki haftada bir Zara'ya, köye giderdim (çamaşırlar ve yiyecek malzemesi almak için) Cuma gider, Pazar dönerdim.
Zara'dan kalkıp Sivas'a giden minibüsler 1 saatte bir kalkar ve polis kontrolü sebebiyle ayakta yolcu almazlar. Sivas ve Zara arasındaki mesafe 70 kilometredir. Neyse ben Zara'dan yaklaşık 15 km sonraki bir noktada belkiyorum. Tabi minibüs yanımdan geçip gidiyor. Ayakta yolcu almıyor. Ne yapacağım bu durumda? Buzun üzerinde bir saat sonra geçecek minibüsü bekleyeceğim ya da yoldan geçen tırlara otostop çekeceğim.
ve evet öyle oldu. 4 yıl tırlarla gidip geldi bu talebe (Talebe babamın bana taktığı bir tür sıfat. Ben ona tevhid-i tedrisat'tan bahsettim ama o benimle ticari ilimler akademisini bitirmeden böyle mevzuda fikir teatisine girmek istemedi.)
Yol boyunca tır şoförlerinin ikramlarını aldım ama hiçbirini yemedim. (Buna leblebi de dahil)
Nasıl olduysa her muhabbet eninde sonunda "kızlar" konusuna döndü:
- Üniversitede gızlar veriyolar mı?
- Ya var tabi öyle şeyler.
- Biz gelsek bizim de olur mu?
- Nasıl yani?
- Ya senin arkadaşların vardır. Kızlar falan. Beni tanıştırsan yani olmaz mı bizim iş.

Hay goduklarım ya. Lan sen "dır" şoförüsün. Ben zaten kendime zor buluyorum kimi sokacam senin gıllı koynuna? İşte böyle geçip gitti yıllar. Dır şoförlerinin fantezilerini dinleye dinleye...

Otobüste Güzel Kızın Kişinin Yanına Oturması

Bu sabah başıma gelen olay. Hatta kız oturmakla kalmadı tanışmaya da çalıştı.
- Merhaba.
- (şaşırarak) Merhaba.
- Afedersiniz bir şey soracağım ama yanlış anlamayın.
- Buyrun lütfen.
- Nereye gidiyorsunuz?
- Taksim'e gidiyor bu otobüs (ben tabi tam duyamadım sorduğunu)
- Hayır siz nereye gidiyorsunuz?
- Ben de Taksim'e gidiyorum.
- Nerelisiniz?
-
- Afedersiniz, evli misiniz?
- Öyle sayılır.
- Özür dilerim rahatsız ettim.
- ...

ve kalkıp başka bir koltuğa oturdu. Evet hayatımda ilk defa bir kız benimle bu kadar bariz tanışmaya çalıştı.
Kesin organ mafyasıydı ya da kesin ilaçlı meyva suyu verecekti birazdan.
Öyle öyle... Öyle lan işte!

Kurban Bayramı

Kurban kesiminde hiç beklemediğim kişilerin ilginç esprilerine şahit oldum.
Örneğin kurban edilecek boğanın fotoğrafını çekerken yanıma yaklaşan kasaplardan biri:
- "Ne o? Hayvanı ölümsüzleştiriyor musun?" dedi. Ben de o tipten o espriyi, o anda beklemediğim için şoke oldum.
Ardından büyükçe bir hayvanın yarısını taşıyan iki metrelik babayiğit hakkında biri:
- "Allah onun kekliğine sabır versin" dedi. Sanırım adamın eşinden bahsediyordu.
Hakikaten en az 100 okka et vardı. Zavallı yenge. Aman sabahlar olmasın.