Ev arkadaşı hakkında kafamdaki tanımı bitirdikten sonra verebileceğim bir örnek üniversite yıllarında iki yıl ev arkadaşlığı yaptığım emre isimli zat-ı muhteremdir. Gelecek nesillere ibret oluştursun diye olayları uzatmadan kısa bir şekilde anlatacağım.
Anadolunun bağrındaki bir şehirde okuduğum yıllarda beş arkadaş ev tutmuştuk. Ev sahibimiz Kredi Yurtlar Kurumu Müdürü olduğu için, kirayı vermek amacıyla kız yurduna girebilen tek erkek öğrenci olduğumu belirtmeden edemeyeceğim. Bunu niye belirttim bilmiyorum ama sanırım okuyucu gözünde puşt bir tipim olduğu izlenimi vermek istiyor olabilirim. Ama asla öğrenemeyeceğiniz ise içimde kalan uktedir.
Dört ev arkadaşımdan bir tanesinin adı Emre idi. İstanbul doğumlu Diyarbakır'lı bir arkadaşımdı. Çok severdim kendisini. Aynı bölümdeydik fakat benden bir sene önce kayıt olmuştu. "Benden bir sene önce kayıt olmuştu" tanımlamasını yapmamın sebebi neredeyse tüm önemli dersleri alttan alıyor ve benimle birlikte sınavlara giriyor oluşudur. Emre ile çok güzel bir arkadaşlığımız oldu. İstanbul görmüş kültürlü, gözü açık ve akıllı bir arkadaştı.
Yaz tatilinin son günlerinde, benden bir gün önce gideceği ve kendi anahtarını kaybettiği için benden evin anahtarını almıştı. Ben de "Aman abi beni karşıla ya da evde ol, kapıda kalmayayım" stickerını kulağına küpe yapıp göndermiştim. Ertesi gün tarifeli otobüs seferi ile okulun olduğu şehre gittim. Baktım karşılamaya gelen yok. (Unutulmasın ki o yıllarda cep telefonu yoktu) Eve gittim. Kapının üzerinde bir not:
"Arkadaşlar ben Emre. Murat'lara gidiyorum. Anahtar kapının üzerinde."
ve anahtar kapının üstündeydi. İnsan gülmek ile sinirlenmek arasında gidip geliyor. O kağıdı yıllardır saklarım.
Bakınız küfür kullanmadan buraya kadar geldik. Biraz daha sıkarak devam ediyoruz.
Aynı yılın soğuk bir kış gecesi (-25 derece civarında) Emre eve gelmedi. Normalde okuduğumuz şehirde akşam saat 8'den sonra kimseyi sokakta göremezsiniz. Biz de merak ettiğimiz için, bir de o dönem fakültede siyasi kavgalar sıkça yaşandığı için diğer dört ev arkadaşı olarak onu aramaya çıktık. Meydana gittik, polislere sorduk ama bulamayıp eve döndük. Ertesi gün çıkıp geldi. Bu, arkadaşı Murat'lara gitmiş, sohbet koyuymuş, sınavı olduğu ve kitabı yanında olmadığı için gece yarısından sonra geç bir saatte kalkmış. Ara sokaklardan eve gelirken polisle karşılaşmış. Bunun kimlikteki kütüğü gören polisler nezarete atmışlar. Bir şey bulamayınca da sabah çıkartmışlar.
Açıkçası içeri attıklarına sevindim çünkü donmaktan kurtulmuş. (Murat'ların evi şehrin diğer ucundaydı.) Nezarette geçirdiği gece, makas, kağıt, yapıştırıcı kullanmadan sigara paketinden uçak yapmayı öğrenmiş. Bize de öğretti. O gün bu gündür her sigaram bittiğinde yapmazsam duramıyorum. Hatta bu entry için de bir tane yaptım.
Ha bir de bitlenmiş onu da bir kaç gün sonra öğrendik.
Yorum yapmadan ve sonrasında olanları anlatmadan üçüncü hikayeye geçiyorum. İdare Hukuku finalinde benden kopya vermemi istedi. -ki tüm öğrencilik hayatım kopya vererek ev arkadaş/larımı derslerden geçirmekle geçmiştir. (Hatta okul bittiğinde param olmadığı için şehirde kalıp para karşılığı 4 tane tez yazmıştım.) Gözetmen, sınavda verilen ek kağıtların üzerine öğrencilerin numaralarının son iki hanesini yazıyordu. Kendi cevaplarımı bitirdikten sonra bir ek kağıt istedim. Bu ek kağıda cevapların tümünü yazdım. Sınavdan çıkarken çaktırmadan Emre'nin masasına bıraktım. Bu da anlaştığımız gibi benim verdiğim ek kağıdı kendi kağıdının altına koyacak, cevapları temize çekecek ve kendi sınav kağıdını verip benim ek kağıdı buruşturup cebine atacaktı. Bu sınavdan çıktı. Ben de kapıda bekliyorum. "Sağol, kesin geçtik" dedi. Kantine geçtik. Derken Gözetmen geldi. Benim adımı ve onun adını söyledi. Hayret dolu ifadelerle yanına gittik. Kopya çektiğimizi ve tutanak tuttuğunu söyledi. Sebebini sorduk ve cevabı verdi. O anlatırken beynimden aşağı kaynar sular dökülüyordu. Emre, benim verdiğim ek kağıdın üzerindeki numarayı kurşun kalemi ile değiştirmiş ve üzerine soruları da vermeden benim alelacele yazdığım cevapları vermiş. Tabi adamlar önce yazıdan anlamışlar sonra da Emre'nin kurşun kalemle yazdığı numarasını basit bir silgi parçası ile silerek benim numaramı ortaya çıkartmışlar. Ders de Disiplin Kurulu Başkanlığı yapan bir profesörün dersi. Profesör ile görüştük. Yalvardık yakardık ama nafile. Çok kararlıydı. Bizi bırakacağı, hatta 6 ay uzaklaştırma vereceği kesindi. Derken bir arkadaş akıl verdi. Dedi ki:
-"Şimdi gidin ikiniz de saçlarınızı sıfıra vurdurun. Bu gece hiç uyumayın ve yarın yanına altları morarmış gözlerle gidin. Bir de ailenizin maddi durumu ile ilgili çok acıklı bir hikaye uydurun."
Aldığımız aklı harfi harfine uyguladık ve adamın yüreği dayanmayıp bizi sadece dersten bıraktı. Sonraki gün ben evden ayrıldım zaten. Uzunca bir süre görüşmedik.
Bugün Emre benim ziyaretime geldi. Konuştuk, bu entry konusu olayları yad ettik. Kendisi Mali Müşavir olmuş ama sıkılmış. Daha sonra Murat ile birlikte sermayeyi ortaya koyup ithalat-ihracat işine girmişler. Ne bulurlarsa yurt dışına satıyorlarmış. Keçi kılı, köpek kılı, döner bıçağı, canlı kurbağa v.s.
Aslında bir olay daha var yazmak istediğim fakat daha önce başka bir entryde bahsettiğim için burada sadece bkz vereceğim. Emre ile yaşadığımız (bkz: Bank) hadisesini okumaktan da geri kalmayın. İlgili entry'de geçen "bir arkadaşımız" ifadesi kendisini ifade etmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder