Henüz doksanlı yıllarda Anadolu'nun güzide bir ilinde tüpü ve tüp alacak parası olmadığı için gece yatarken ıslatılmış makarna ve toz şeker yiyen iki ev arkadaşı pazar sabahı evden çıkarlar.
Gençlerimize ancak pazartesi öğleden sonra para gelecektir ve ceplerinde beş kuruş paraları olmadığı gibi evin üst ve alt caddelerinden geçen her iki bakkala da borçları vardır.
Bu sebeple gençler evin arka bahçesindeki duvardan atlayarak ara sokaktan aşağıdaki caddeye çıkmışlardır. Elleri ceplerinde o günü nasıl geçireceklerini düşünmektedirler.
Gene her zaman yaptıkları gibi fırına gidebilir ve bir adet daha yeni çıkmış ekmeği (pide gibi) yiyebilir, üzerine de her yerde bedava bulunan çeşmeden (ah canını sevdiğim Anadolum, suyu bedava idi) su içebilir ve o sıcak pidenin su ile karışıp, hamur kütlesi olup, mideye oturması ile tüm günü ve geceyi geçirebilirlerdi. Ama bunu bir önceki haftasonu yapmışlar ve midelerinde mayalanan hamur yüzünden karın ağrısı çekmişlerdi.
O şehrin yerlisi arkadaşlara gitmeyi düşündüler ama şimdi çarşıya inip onları bulmak vardı. Aslında bir öğün yeseler yeterdi. Çarşıya inmeye karar verdiler.
Derken yeni yapılmış binaların olduğu bir sitenin içinden geçerken, 34 plakalı araçların parkettiği bir binanın bodrum garajı önünde, yeni gıcır bisikletleri ile dolaşan çocuklar gördüler ve bir takım sesler işittiler. Meraktan bodrum garajına doğru yaklaştılar ve içeri baktıklarında içeride sofraların kurulmuş olduğunu ve bir kişinin döner keserken diğer bir kişinin de masalara pilav dağıttığını gördüler. Tam o sırada nur yüzlü yaşlı bir amca, "Çocuklar bakmayın ordan, girin içeri, millet namazdan gelmeden siz aradan çıkın" dedi. .Bu davet karşısında afallayan fakat midesinin gürültüsünden bıkan iç güdülerinin iteklemesiyle geçip masalara oturdular. Önlerine pilav, ayran ve döner koyuldu. Afiyetle yediler. Tam yemekleri bitmişti ki içeriye namazdan çıkan, İstanbul giyimli genç-yaşlı bir çok insan doluştu. Masalarda konuşulanları dinlediklerinde gerçeği öğrenmiş oldular.
Şehrin zenginlerinden bir tanesinin oğlu sünnet oluyordu ve İstanbul'dan akrabaları sünnete gelmişti. Gençlerimizi de gelenler ile karıştırmışlar ve yemeğe davet etmişlerdi.
İki genç teşekkür edip hayır duaları ile oradan ayrıldılar. Çarşıya inip bir kaç saat çimenlerde oturduktan sonra gene arka bahçeden evlerine karınları tok olarak döndüler.
O gençlerden bir tanesi bendim ve tam isyan noktasına gelmişken o kadar Allah'a şükrettiğim ve ömür boyu unutamayacağım bir anımdır.
Gençlerimize ancak pazartesi öğleden sonra para gelecektir ve ceplerinde beş kuruş paraları olmadığı gibi evin üst ve alt caddelerinden geçen her iki bakkala da borçları vardır.
Bu sebeple gençler evin arka bahçesindeki duvardan atlayarak ara sokaktan aşağıdaki caddeye çıkmışlardır. Elleri ceplerinde o günü nasıl geçireceklerini düşünmektedirler.
Gene her zaman yaptıkları gibi fırına gidebilir ve bir adet daha yeni çıkmış ekmeği (pide gibi) yiyebilir, üzerine de her yerde bedava bulunan çeşmeden (ah canını sevdiğim Anadolum, suyu bedava idi) su içebilir ve o sıcak pidenin su ile karışıp, hamur kütlesi olup, mideye oturması ile tüm günü ve geceyi geçirebilirlerdi. Ama bunu bir önceki haftasonu yapmışlar ve midelerinde mayalanan hamur yüzünden karın ağrısı çekmişlerdi.
O şehrin yerlisi arkadaşlara gitmeyi düşündüler ama şimdi çarşıya inip onları bulmak vardı. Aslında bir öğün yeseler yeterdi. Çarşıya inmeye karar verdiler.
Derken yeni yapılmış binaların olduğu bir sitenin içinden geçerken, 34 plakalı araçların parkettiği bir binanın bodrum garajı önünde, yeni gıcır bisikletleri ile dolaşan çocuklar gördüler ve bir takım sesler işittiler. Meraktan bodrum garajına doğru yaklaştılar ve içeri baktıklarında içeride sofraların kurulmuş olduğunu ve bir kişinin döner keserken diğer bir kişinin de masalara pilav dağıttığını gördüler. Tam o sırada nur yüzlü yaşlı bir amca, "Çocuklar bakmayın ordan, girin içeri, millet namazdan gelmeden siz aradan çıkın" dedi. .Bu davet karşısında afallayan fakat midesinin gürültüsünden bıkan iç güdülerinin iteklemesiyle geçip masalara oturdular. Önlerine pilav, ayran ve döner koyuldu. Afiyetle yediler. Tam yemekleri bitmişti ki içeriye namazdan çıkan, İstanbul giyimli genç-yaşlı bir çok insan doluştu. Masalarda konuşulanları dinlediklerinde gerçeği öğrenmiş oldular.
Şehrin zenginlerinden bir tanesinin oğlu sünnet oluyordu ve İstanbul'dan akrabaları sünnete gelmişti. Gençlerimizi de gelenler ile karıştırmışlar ve yemeğe davet etmişlerdi.
İki genç teşekkür edip hayır duaları ile oradan ayrıldılar. Çarşıya inip bir kaç saat çimenlerde oturduktan sonra gene arka bahçeden evlerine karınları tok olarak döndüler.
O gençlerden bir tanesi bendim ve tam isyan noktasına gelmişken o kadar Allah'a şükrettiğim ve ömür boyu unutamayacağım bir anımdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder